9 Şubat 2012 Perşembe

24:59

Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktığında uçuşan martıları takip etti. Karanlık ile aydınlığın savaşını aydınlık kaybediyordu. Hava yavaş yavaş kararmaya mahkum edilmişti bile. Takip ettiği martının nereye gittiğini düşünmedi. O kadar vakti var mıydı? Martıyı düşünecek kadar işsiz güçsüz müyüm diye düşündü. Öyleydi. Etrafına baktı. İnsanlar işlerinden çıkmışlardı. Hayatlarını devam ettirmek için endişeleniyorlardı. Koşuşturmanın bütün amacı buydu. Oysa o sadece son vapur için endişeleniyordu. Sabırsızlıkla saatine baktı. Akrep ve yelkovanın yerlerini gördüğünde içini bir endişe kapladı. Yetişemeyeceğini düşündü.
Karşıdaki kırmızı adamın yerini yeşil adam almıştı. Üstelik diğerleri gibi hareket halindeydi. Yürümeye başladı. Yolun ortasına geldiğinde kafasına büyük bir damla düştü. Adımlarını hızlandırdı. Su birikintilerine basarak ilerledi. O bastıkça, birikintilerdeki balıklar dağılıyorlardı. Rahatsız edilmekten hiç haz etmezlerdi. Postallarıyla suyu ezen adama küfrettiler. Küçük su birikintilerinde bile huzur yoktu. İstanbul çok bozuldu diye düşündü kırmızı olanı. Sonra unuttu.
Yağmurla birlikte o da hızlanıyordu. Tekrar saatine baktı. Adımlarını hızlandırdı. Paltosunun şapkasını kafasına geçirdi ve balıklardan küfür yemeye devam etti. Sonunda vapur iskelesine vardı. Akrep ve yelkovan vapurun kalkması gereken saati göstermesine rağmen ortada vapur yoktu. Danışmadan gelen bir gencin arkadaşına söylediklerine kulak misafiri oldu.
"Vapur birkaç dakika geç kalacakmış."
Vapurun kendi kusuruna - o da geç kalıyordu - arka çıkmasına sevindi. Şimdi dilediğince harcayacak dakikaları vardı. Hava aydınlıkla girdiği savaşın galibiyetini kutluyor ve sevinç gözyaşları döküyordu. Ancak damlalardan kaçan insanları gördükçe sevinci yerini hüzne bırakıyordu. Alttakilerin bunu umursamadığını farketti. Sinirlenip daha da gözyaşı dökmeye başladı.
Kafasını yukarı kaldırıp baktı ve bir yere sığınması gerektiğini anladı. " Hava bile rahat vermiyor" diye geçirdi içinden. İskelenin saçaklarının altına girdi. Orası daha toleranslıydı. Eğer istediği kadar içeride durursan ıslanmana izin vermiyordu. Sigara paketini çıkardı cebinden. Duraksadı. Son altı aydır sürekli olarak yarım içip attığı sigaraları düşündü. Sigarayı bırakmakta başarılı olamıyordu. Daha sonra sigarayı bırakmaya çabalamayı bırakmasının vakti geldiğini düşündü. Bu sigaranın hepsini içeceğim diye söz verdi kendine. Yaktı. İçine derin bir nefes çekti.
" Hava hiç durulmuyor. Daha da beter olmasa bağri. Eve yürüyene kadar ıslanmak istemiyorum."
diye geçirdi içinden.
Arkasını döndü. Kafasını cama dayayarak elleriyle gözlerine siper yaptı ve içeriye baktı. Birden irkildi. Yüzü ve burnuyla camı yağladığını fark etti. Bir adım sağa kaydı. Bu sefer camı yağlamamaya çalışarak dikkatli bir şekilde içeri baktı. Camı kirletmek istemiyordu.
Kitap okuyan orta yaşta bir kadın gördü. Saçları özensiz kesilmişti. Postallarının bağcıkları yoktu. Bağcıksız halde postalla rahat edip edemediğini düşündü. Ortamdan soyutlanmış bir halde kitap okuyan kadının dudakları açılıp kapanıyordu. Kitapta geçen cümleleri tahmin etmeye çalıştı. Başarısız olduğunu anladığında yüzünü camdan çekti. Sigarasından bir fırt aldı. Kitap okumayı çok sevmesine rağmen kamusal alanlarda dikkatini toplayıp kitap okuyamıyordu. Sonra aniden bugünki iş görüşmesi geldi aklına. Bir diğer "biz sizi ararız" cümlesi ile sonlanmıştı görüşme. Bardağın dolu tarafına bakmaya çalışıyordu. Kendisini arayacağını söyleyen bir düzine kadın girmişti hayatına son bir ayda. Hepside genç ve güzel kadınlardı.
" Şanslıyım. " diye düşündü.
30 yaşına gelmişti ve hayata geç kaldığını düşünüyordu. Şimdiki aklına 25 yaşında sahip olmak istedi. Eğer öyle olsaydı her şey farklı olurdu diye düşündü. Sonra aniden "ya 35 yaşındaki aklıma 30 yaşımda sahip olmak istersem?" diye düşündü. Sonu yoktu bunun. 40'takine 35'de, 45'tekine 40'da...
Sigarasından bir fırt daha aldı. Canı içmek istemiyordu. Ama az önce aldığı karar yüzünden bitirmek için kendisini zorladı. Bir fırt daha çekti. Tekrar camdan içeri baktığında uzaktan gelen vapuru gördü. Vapurun kendisini çok bekletmediği için sevindi. İçinde vapura bir minnet dolarken, sigarasına karşı ise vicdan azabı çekiyordu. Sigarayı bitirmeden atmak zorunda kalacaktı. Sözünde durmak için önceliği sigaraya verdi. Önce onu bitirecek, sonra vapura binecekti. Kaçarsada kaçsındı. Kararlılığından dolayı kendisiyle gurur duydu. Sigarasını içti ve bitirdiğinde henüz vapur gelmemişti. Vapurun mesafesini ve geliş süresini yanlış hesaplamıştı. İyi ki sigarayı atmadım dedi. Sigarayı söndürdü. Çöp tenekesine attı ve içeri girdi.
Kalabalığın sonundaydı. Ancak biraz sonra ortalarda buldu kendisini. Sürekli yeni insanlar geliyor ve o daha önlere doğru gidiyordu.
" Hiç tanımadığımız bu kadar insanın arasında nasıl bu kadar rahat olabiliyoruz." diye düşündü. 30 yıl bir şey olmadan yaşadıysa bunu düşünmenin yersiz olduğuna karar verdi. Hayatı basit yaşamak gerekiyordu. Hayat aslında çok basitti. İnsan kendisi zorlaştırıyordu hayatı. Haddinden fazla şeyler istemez ve hayatını basit tutarsa mutlu olabileceğini düşündü ve bu fikrine çok inandı. Hayatın anlamını çözdüğünü düşündü. 30'unda hayatını kolaylaştıracak her şeye vakıf olduğu için gururluydu.
Vapur geldi. Herşeyi anlıyordu. Hatta az önce hayatın gizemini çözmüştü ama vapura binmek için insanların neden birbirlerini itip kaktıklarını anlamıyordu. Nasıl olsa herkes binecekti. İnsanların endişelerinin aksine vapur herkese yetti. O da bir koltuğa oturdu. Bütün koltuklar birer ikişer dolmuştu. Yanı boştu. Vapur hareket etti ve evine ulaşması için harcaması gereken 45 dakikanın vapurda geçecek olan 25 dakikası saatlerden düşmeye başladı.
24:59, 24:58, 24:57...
Hava, insanların kendisini yalnız bırakıp evlerine gittiği için daha da sinirleniyor, onları denize şikayet etmekten geri kalmıyordu. Denizde eski dostu hava'nın sözünü dinliyor ve dalgalanarak onları kararlarından geri döndüreceğini düşünüyordu.
Midesi bulandı. Daha önce hiç bu kadar dalgaya maruz kalmamıştı. Tuvalete gitmek için yerinden kalktı. Geri geldiğinde yerinde başkasını görmek istemiyordu. Ama bu endişesi kısa sürdü. Yerini boş bulacağını biliyordu. Herkesin yeri vardı. Onun oturduğu yer koridorda saçma bir koltuktu, manzarası yoktu. Kimse göz koymaz diye düşünerek 25 dakikalık sahiplendiği koltuğunu geride bırakarak tuvalete doğru yürüdü. Tuvalet boştu. İçeri girdi. Saatine baktı. 09:13, 09:12, 09:11...
Vapurun elektrikleri gidip geldi. İnsanların tedirginlikleri yüzlerinden okunuyordu. Elektrik arızası tekrarlandı. Vapur karanlığa gömüldü. Motorlar durdu. Uğultular yükselmeye başladı. Tuvaletin camından kafasını çıkardığında uzakta en çok beğendiği ışığın hareket etmediğini anladı. Gitmiyorlardı. Denizin ortasında durmuşlardı. Herşey yolunda gittiğinde birbirlerinin yüzlerine bakmayan insanlar ortaya bir problem çıktığında içlerini rahatlatmak için sohbet etmekten geri kalmıyorlardı. Işıklar geldi ve motorlar tekrar çalıştı. Az önceki uğultular yerini sesizliğe bıraktı. Işıklar tekrar gidip geldiğinde televizyon ekranlarında bir ses belirdi. Daha önce kimsenin görmediği karışıklıktaki bir kilim deseni gibi motiflerle birlikte insanı hipnotize eden bir ses kulaklardan tırmanıp beyne doğru son sürat ilerliyordu. Dışarıdan bakıldığında anlamsız gelen sesler beyinde istedikleri yere ulaştığında eyleme dökülmeye hazır hale geliyorlardı. Desenler ve sesler ortak çalışıyordu. Sesler beyne girip yapılması gerekenleri beyne yazıyor. Desenlerde onları harekete geçirecek görselleri hazırlıyorlardı. Mekanizma çok basitti.
07:41, 07:40, 07:39...
Desenler aniden ekrandan kayboldu. Sadece aynı frekansta giden bir ses vapurdakilere yolculuklarının geri kalanında arkadaşlık ediyordu.
06:05, 06:04, 06:03...
Kimse kendinde değildi. İskelede dudaklarından kelimeler dökülen kadın ani bir hareketle yanındaki kadının boynunu kırdı. Daha sonra gidip kendini sulara fırlattı. Başka bir delikanlı çantasındaki silahı çıkarıp kafasına dayadı ve tetiği çekmekten bir an bile tereddüt etmedi. BAM! Yerde. Yanında çocukları oturan bir anne önce birini daha sonra birini camdan fırlattığı gibi karşısında oturan annesinin kafasını cama vurarak boğazını kesti. Gemiyi takip eden martılar bile ne olduğunu anlamakta zorlanıyorlardı. Aşağı atılanların simit parçaları olmadığını anladıklarında hayal kırıklıkları bir kat daha artıyordu. Karşılıklı oturan iki güzel kız birbirlerinin üstüne atılıp boğazlarını sıkmaya başladılar. Galip gelen kendisine yeni bir hedef seçmişti ve çoktan onun üstündeydi bile. Kimse vakit kaybetmekten hoşlanmıyordu. Bütün bu curcunanın ortasında ses ve desenler devam ediyordu. İnsanlar hareket ettikçe ve debelendikçe kulaklara tırmanmaya çalışan sesler düşmemek için daha da fazla çaba sarfediyorlardı. Seslerin cazibesine kendini kaptıran bir çocuk elindeki oyuncak ayıyı boğazlarken yerden alınıp birinin üstüne fırlatılacağını ve 120 kiloluk bir adamın üstüne düşeceğinden habersiz bir halde ayakta dikiliyordu.
00:06, 00:05, 00:04, 00:03, 00:02, 00:01, 00:00
İskelenin etrafında kimse yoktu. Sessizdi. Anons duyuldu.
" Beşiktaş vapuru saat 21:05'te son seferini yapacaktır. "
Vapur iskeleye yanaştı.
Ellerini ve yüzünü yıkadıktan sonra ellerini pantalonuna sildi. Dışarı çıktı. Karşısında yerde yatan kolları ve kafaları kopmuş, yüzleri parçalanmış haldeki cesetleri gördü. Vapurun kapıları açıldı. İskelenin kapıları açıldı. Kendisi ile arasındaki son kara parçası üstündeki insanlarla göz göze geldi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder