Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktığında uçuşan martıları takip etti.
Karanlık ile aydınlığın savaşını aydınlık kaybediyordu. Hava yavaş yavaş
kararmaya mahkum edilmişti bile. Takip ettiği martının nereye gittiğini
düşünmedi. O kadar vakti var mıydı? Martıyı düşünecek kadar işsiz
güçsüz müyüm diye düşündü. Öyleydi. Etrafına baktı. İnsanlar işlerinden
çıkmışlardı. Hayatlarını devam ettirmek için endişeleniyorlardı.
Koşuşturmanın bütün amacı buydu. Oysa o sadece son vapur için
endişeleniyordu. Sabırsızlıkla saatine baktı. Akrep ve yelkovanın
yerlerini gördüğünde içini bir endişe kapladı. Yetişemeyeceğini düşündü.
Karşıdaki
kırmızı adamın yerini yeşil adam almıştı. Üstelik diğerleri gibi
hareket halindeydi. Yürümeye başladı. Yolun ortasına geldiğinde kafasına
büyük bir damla düştü. Adımlarını hızlandırdı. Su birikintilerine
basarak ilerledi. O bastıkça, birikintilerdeki balıklar dağılıyorlardı.
Rahatsız edilmekten hiç haz etmezlerdi. Postallarıyla suyu ezen adama
küfrettiler. Küçük su birikintilerinde bile huzur yoktu. İstanbul çok
bozuldu diye düşündü kırmızı olanı. Sonra unuttu.
Yağmurla
birlikte o da hızlanıyordu. Tekrar saatine baktı. Adımlarını
hızlandırdı. Paltosunun şapkasını kafasına geçirdi ve balıklardan küfür
yemeye devam etti. Sonunda vapur iskelesine vardı. Akrep ve yelkovan
vapurun kalkması gereken saati göstermesine rağmen ortada vapur yoktu.
Danışmadan gelen bir gencin arkadaşına söylediklerine kulak misafiri
oldu.
"Vapur birkaç dakika geç kalacakmış."
Vapurun kendi
kusuruna - o da geç kalıyordu - arka çıkmasına sevindi. Şimdi
dilediğince harcayacak dakikaları vardı. Hava aydınlıkla girdiği savaşın
galibiyetini kutluyor ve sevinç gözyaşları döküyordu. Ancak damlalardan
kaçan insanları gördükçe sevinci yerini hüzne bırakıyordu.
Alttakilerin bunu umursamadığını farketti. Sinirlenip daha da gözyaşı
dökmeye başladı.
Kafasını yukarı kaldırıp baktı ve bir yere
sığınması gerektiğini anladı. " Hava bile rahat vermiyor" diye geçirdi
içinden. İskelenin saçaklarının altına girdi. Orası daha toleranslıydı.
Eğer istediği kadar içeride durursan ıslanmana izin vermiyordu. Sigara
paketini çıkardı cebinden. Duraksadı. Son altı aydır sürekli olarak
yarım içip attığı sigaraları düşündü. Sigarayı bırakmakta başarılı
olamıyordu. Daha sonra sigarayı bırakmaya çabalamayı bırakmasının vakti
geldiğini düşündü. Bu sigaranın hepsini içeceğim diye söz verdi kendine.
Yaktı. İçine derin bir nefes çekti.
" Hava hiç durulmuyor. Daha da beter olmasa bağri. Eve yürüyene kadar ıslanmak istemiyorum."
diye geçirdi içinden.
Arkasını
döndü. Kafasını cama dayayarak elleriyle gözlerine siper yaptı ve
içeriye baktı. Birden irkildi. Yüzü ve burnuyla camı yağladığını fark
etti. Bir adım sağa kaydı. Bu sefer camı yağlamamaya çalışarak dikkatli
bir şekilde içeri baktı. Camı kirletmek istemiyordu.
Kitap okuyan
orta yaşta bir kadın gördü. Saçları özensiz kesilmişti. Postallarının
bağcıkları yoktu. Bağcıksız halde postalla rahat edip edemediğini
düşündü. Ortamdan soyutlanmış bir halde kitap okuyan kadının dudakları
açılıp kapanıyordu. Kitapta geçen cümleleri tahmin etmeye çalıştı.
Başarısız olduğunu anladığında yüzünü camdan çekti. Sigarasından bir
fırt aldı. Kitap okumayı çok sevmesine rağmen kamusal alanlarda
dikkatini toplayıp kitap okuyamıyordu. Sonra aniden bugünki iş görüşmesi
geldi aklına. Bir diğer "biz sizi ararız" cümlesi ile sonlanmıştı
görüşme. Bardağın dolu tarafına bakmaya çalışıyordu. Kendisini
arayacağını söyleyen bir düzine kadın girmişti hayatına son bir ayda.
Hepside genç ve güzel kadınlardı.
" Şanslıyım. " diye düşündü.
30
yaşına gelmişti ve hayata geç kaldığını düşünüyordu. Şimdiki aklına 25
yaşında sahip olmak istedi. Eğer öyle olsaydı her şey farklı olurdu diye
düşündü. Sonra aniden "ya 35 yaşındaki aklıma 30 yaşımda sahip olmak
istersem?" diye düşündü. Sonu yoktu bunun. 40'takine 35'de, 45'tekine
40'da...
Sigarasından bir fırt daha aldı. Canı içmek istemiyordu.
Ama az önce aldığı karar yüzünden bitirmek için kendisini zorladı. Bir
fırt daha çekti. Tekrar camdan içeri baktığında uzaktan gelen vapuru
gördü. Vapurun kendisini çok bekletmediği için sevindi. İçinde vapura
bir minnet dolarken, sigarasına karşı ise vicdan azabı çekiyordu.
Sigarayı bitirmeden atmak zorunda kalacaktı. Sözünde durmak için
önceliği sigaraya verdi. Önce onu bitirecek, sonra vapura binecekti.
Kaçarsada kaçsındı. Kararlılığından dolayı kendisiyle gurur duydu.
Sigarasını içti ve bitirdiğinde henüz vapur gelmemişti. Vapurun
mesafesini ve geliş süresini yanlış hesaplamıştı. İyi ki sigarayı
atmadım dedi. Sigarayı söndürdü. Çöp tenekesine attı ve içeri girdi.
Kalabalığın
sonundaydı. Ancak biraz sonra ortalarda buldu kendisini. Sürekli yeni
insanlar geliyor ve o daha önlere doğru gidiyordu.
" Hiç
tanımadığımız bu kadar insanın arasında nasıl bu kadar rahat
olabiliyoruz." diye düşündü. 30 yıl bir şey olmadan yaşadıysa bunu
düşünmenin yersiz olduğuna karar verdi. Hayatı basit yaşamak
gerekiyordu. Hayat aslında çok basitti. İnsan kendisi zorlaştırıyordu
hayatı. Haddinden fazla şeyler istemez ve hayatını basit tutarsa mutlu
olabileceğini düşündü ve bu fikrine çok inandı. Hayatın anlamını
çözdüğünü düşündü. 30'unda hayatını kolaylaştıracak her şeye vakıf
olduğu için gururluydu.
Vapur geldi. Herşeyi anlıyordu. Hatta az
önce hayatın gizemini çözmüştü ama vapura binmek için insanların neden
birbirlerini itip kaktıklarını anlamıyordu. Nasıl olsa herkes binecekti.
İnsanların endişelerinin aksine vapur herkese yetti. O da bir koltuğa
oturdu. Bütün koltuklar birer ikişer dolmuştu. Yanı boştu. Vapur hareket
etti ve evine ulaşması için harcaması gereken 45 dakikanın vapurda
geçecek olan 25 dakikası saatlerden düşmeye başladı.
24:59, 24:58, 24:57...
Hava,
insanların kendisini yalnız bırakıp evlerine gittiği için daha da
sinirleniyor, onları denize şikayet etmekten geri kalmıyordu. Denizde
eski dostu hava'nın sözünü dinliyor ve dalgalanarak onları kararlarından
geri döndüreceğini düşünüyordu.
Midesi bulandı. Daha önce hiç bu
kadar dalgaya maruz kalmamıştı. Tuvalete gitmek için yerinden kalktı.
Geri geldiğinde yerinde başkasını görmek istemiyordu. Ama bu endişesi
kısa sürdü. Yerini boş bulacağını biliyordu. Herkesin yeri vardı. Onun
oturduğu yer koridorda saçma bir koltuktu, manzarası yoktu. Kimse göz
koymaz diye düşünerek 25 dakikalık sahiplendiği koltuğunu geride
bırakarak tuvalete doğru yürüdü. Tuvalet boştu. İçeri girdi. Saatine
baktı. 09:13, 09:12, 09:11...
Vapurun elektrikleri gidip geldi.
İnsanların tedirginlikleri yüzlerinden okunuyordu. Elektrik arızası
tekrarlandı. Vapur karanlığa gömüldü. Motorlar durdu. Uğultular
yükselmeye başladı. Tuvaletin camından kafasını çıkardığında uzakta en
çok beğendiği ışığın hareket etmediğini anladı. Gitmiyorlardı. Denizin
ortasında durmuşlardı. Herşey yolunda gittiğinde birbirlerinin yüzlerine
bakmayan insanlar ortaya bir problem çıktığında içlerini rahatlatmak
için sohbet etmekten geri kalmıyorlardı. Işıklar geldi ve motorlar
tekrar çalıştı. Az önceki uğultular yerini sesizliğe bıraktı. Işıklar
tekrar gidip geldiğinde televizyon ekranlarında bir ses belirdi. Daha
önce kimsenin görmediği karışıklıktaki bir kilim deseni gibi motiflerle
birlikte insanı hipnotize eden bir ses kulaklardan tırmanıp beyne doğru
son sürat ilerliyordu. Dışarıdan bakıldığında anlamsız gelen sesler
beyinde istedikleri yere ulaştığında eyleme dökülmeye hazır hale
geliyorlardı. Desenler ve sesler ortak çalışıyordu. Sesler beyne girip
yapılması gerekenleri beyne yazıyor. Desenlerde onları harekete
geçirecek görselleri hazırlıyorlardı. Mekanizma çok basitti.
07:41, 07:40, 07:39...
Desenler
aniden ekrandan kayboldu. Sadece aynı frekansta giden bir ses
vapurdakilere yolculuklarının geri kalanında arkadaşlık ediyordu.
06:05, 06:04, 06:03...
Kimse
kendinde değildi. İskelede dudaklarından kelimeler dökülen kadın ani
bir hareketle yanındaki kadının boynunu kırdı. Daha sonra gidip kendini
sulara fırlattı. Başka bir delikanlı çantasındaki silahı çıkarıp
kafasına dayadı ve tetiği çekmekten bir an bile tereddüt etmedi. BAM!
Yerde. Yanında çocukları oturan bir anne önce birini daha sonra birini
camdan fırlattığı gibi karşısında oturan annesinin kafasını cama vurarak
boğazını kesti. Gemiyi takip eden martılar bile ne olduğunu anlamakta
zorlanıyorlardı. Aşağı atılanların simit parçaları olmadığını
anladıklarında hayal kırıklıkları bir kat daha artıyordu. Karşılıklı
oturan iki güzel kız birbirlerinin üstüne atılıp boğazlarını sıkmaya
başladılar. Galip gelen kendisine yeni bir hedef seçmişti ve çoktan onun
üstündeydi bile. Kimse vakit kaybetmekten hoşlanmıyordu. Bütün bu
curcunanın ortasında ses ve desenler devam ediyordu. İnsanlar hareket
ettikçe ve debelendikçe kulaklara tırmanmaya çalışan sesler düşmemek
için daha da fazla çaba sarfediyorlardı. Seslerin cazibesine kendini
kaptıran bir çocuk elindeki oyuncak ayıyı boğazlarken yerden alınıp
birinin üstüne fırlatılacağını ve 120 kiloluk bir adamın üstüne
düşeceğinden habersiz bir halde ayakta dikiliyordu.
00:06, 00:05, 00:04, 00:03, 00:02, 00:01, 00:00
İskelenin etrafında kimse yoktu. Sessizdi. Anons duyuldu.
" Beşiktaş vapuru saat 21:05'te son seferini yapacaktır. "
Vapur iskeleye yanaştı.
Ellerini
ve yüzünü yıkadıktan sonra ellerini pantalonuna sildi. Dışarı çıktı.
Karşısında yerde yatan kolları ve kafaları kopmuş, yüzleri parçalanmış
haldeki cesetleri gördü. Vapurun kapıları açıldı. İskelenin kapıları
açıldı. Kendisi ile arasındaki son kara parçası üstündeki insanlarla göz
göze geldi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder